29 Aralık 2010 Çarşamba

Kiva Han'da Şef Masası


Kiva Han'ı 2 yıl önce keşfedebildim ben. Şans eseri tv. programlarından birinde denk geldikten hemen sonra iş çıkışı kendimi Galata'da ki şubelerine attım. Programda ki sunucu erikli yaprak sarmaları üçer beşer yerken içim gitti. Kiva Han geleneksel Anadolu mutfağının en iyi örneklerinden biri. Eşsiz bir menüleri var, özellikle tencere yemekleri bölümü tatmaya değer. Kiva Han ile ilgili yazmak istediğim aslında Ekim ayından bu yana başlattıkları şahane bir uygulama var. Her Salı günü 12 kişinin oluşturduğu bir grupla Şef'in Masasını kuruyorlar ve bakın neler yapıyorlar;

''Şef Masası:
Anadolu Halk Mutfakları; sadeliğin, sırların, mistik lezzetlerin, emeğin ve yaratıcılığın ürünüdür. Galata Kiva bu temel felsefenin izini sürmekte ve sır lezzetlerin bilinirliğini arttırmayı hedeflemektedir.

Anadolu Halk Mutfakları, sizi büyüleyen derinliği içinde gözünüzü, gönlünüzü açan onbin yıllık sır lezzetleri ile keşfedilmeyi bekleyen büyük bir hazine Doğunun mistik tatlarının yanında, sağlıklı yaşam trendlerinin baştacı Ege ve akdeniz ile katıksız Batılı; Asya ile Avrupa'nın, Osmanlı Saray Mutfağı ile Cumhuriyet Türkiyesi'nin kesişme noktası.
Anadolu'da mutfak ile ilgili varolan servis aparatları ve her döneme ait kültürlerin yemek öğünleri, alışkanlıkları ve törenlerinin, özel gün, hafta ya da aylardaki yemek uygulamalarının anlatımı ve yemek denemeleri, sır lezzetler, mutfak ip uçları, yemek öyküleri, etnik yemekler, tören yemekleri, temalı yemekler masanın konusu olacak.
Özel konuklar, gurmeler, araştırmacılar, profesyonel şefler, yiyecek ve içecek dünyasının medyatik isimleri ve mutfak yazarları, alaylı ustalar ile aynı masayı paylaşacak.
Her hafta sadece 12 konuk ile limi zaman özel konukları ile adım adım Mutfak Kültürü yaşatılacak.

Nerede ve Ne Zaman: Galata Kiva-Galata Kule Meydanı No4 Beyoğlu Her Salı 19:30/22:00
Rezervasyon ve Bilgi için : 212 2920037 www.galatakivahan.com ''

22 Aralık 2010 Çarşamba

Ne Dilersek O...

Bir yılın daha sonuna geliyoruz. Her yerde yeni yıl dilekleri, listeleri okuyorum. Geçen gün kitapçıda bakınırken Elif Şafak'ın son kitabı Firarperest'in arka kapağını okudum. Okuduktan sonra da yeni yıl için yapmak istediklerimi Elif Şafak sanki benim için yazmış dedim.

'' Çakılı kalmamak sırf alışkanlıklardan ötürü demir attığın koylara. Çıkmak oralardan, geçmek dalgakıranların beri tarafına, bilmediğin memleketlere varmak, tatmadığın yemekler yemek, sözlerini anlamadığın şarkılarla içlenmek, risk almak, dağılmak ve hasret çekmek buram buram, gurbetin tadına bakmak, kendini yabancının gözünden görmek, şaşırmak yeniden, şaşırmak bir çocuk gibi dünyanın hallerine, çeşitliliğine, güzelliğine, acımasızlıklarına... şaşırmak ölene kadar. şaşırma kabiliyetini hiç yitirmemek...
budur son tahlilde Ademoğullarına, Havvakızlarına kendilerini keşfettiren serüven
.''

19 Aralık 2010 Pazar

Kahvaltının Mutlulukla Bir İlgisi Olmalı...


En sevdiğim Cemal Süreya dizelerinden birisidir;
''yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı''
kesinlikle kahvaltının mutlulukla bir ilgisi var. Ne yemek isterseniz onu ekleyebileceğiniz bir sofra kahvaltı sofrası. Akşamdan kalma olabilirsiniz, mutsuz uyanmış olabilirsiniz, ne olursa olsun keyifli bir kahvaltı sofrasıysa sizi bekleyen kısa süreliğine de olsa mutlulukla bağlantınız olur. Kahvaltı öyle bir öğünkü her bireyin damak zevkine ve kişiliğine uygun tatların bir araya gelmesi. Ben Ege'ye olan aşkımdan dolayı zeytin, zeytinyağı, kekik ve iyi peynir olmadan kahvaltı yapmış saymıyorum kendimi. Hele bir de bunu Ege kıyılarında bir yerlerde yapma şansı varsa elimde peynir ve zeytin çeşitlerinden sarhoş olabiliyorum. Tüm bunların yanında bu sofrada size eşlik edenler de bu sofraya keyif katabiliyorsa tadından yenmiyor işte. Aile ile yapılan kahvaltı başka, dost arkadaşla yapılan uzun uzun sohbetin eşlik ettiği kahvaltı başka, sevgiliyle yapılan kahvaltının tadı başkadır. Tüm bir hafta boyunca sabahın karanlığında işe gitmek için evden çıkıp simit vs. ile kahvaltı yapmak zorundan olanlarımız için Pazar kahvaltılarının yeri bambaşka işte. Sabah geç kalkmak, gazete keyfi eşliğinde kahvaltı, istediğimiz kadar yeme özgürlüğü, pazar kahvaltısına özel tatlar işte tüm bunlar ve daha sayabileceğimiz onlarca sebepten dolayı kahvaltının kesinlikle mutlulukla bir ilgisi var.

16 Aralık 2010 Perşembe

Yorgunum...

Öylesine yorgun ve bitkin hissediyorum ki kendimi. Su içmek bile ölüm gibi geliyor bana. Ama bu yorgunluğun sebebini bilmiyorum. Neden bu kadar yorgun hissediyorum. Sırtımda taşıyamadığım binlerce kilo ağırlığında yük varda ben altında eziliyorum sanki. Ne yaparsam bu yorgunluk ve vazgeçmişlik hissi geçer bilmiyorum. Bir yıl daha bitiyor diyorum, yeni bir yıl başlıyor biraz daha umutlu olmalısın ama geçen bir yılın yarattığı bir umutsuzlukmu bu? Sevdiğim bir müzik olsa fonda, yanımda bir dostum, bir kadeh şarap eşlik etse bize öylece saatlerce oturup konuşabilsek sonra sussak ve birbirimizi anlasak belki biraz geçer ama bunun sonunda bir yerlere yetişmek ve gitmek zorunda olmasak. İçimizden geleni yapabilsek, belki biraz geçer yorgunluğum...

12 Aralık 2010 Pazar

Karaköy'de bir şahhane ''Lokanta Maya''



Yemek yemeyi, yeni lezzetlerin peşinden gitmeyi seviyorum. Bunu yaparken mekanları değil, şefleri takip ediyorum. Uzun zamandır yazılarını takip ettiğim bir şef var Didem Şenol. Kendisini Food∧Travel dergisinde yazdığı Mutfak Sırları sayfası sayesinde keşfettim diyebilirim. Ardından yemek kitabı geldi 'Kızınız Defne'yi Oğlumuz İskorpite...'. Yemek kitaplarına genelde içim gider zaten ama bu kitap için alana kadar gün saydım diyebilirim. Her şeyden önce ben yemek kitaplarını bol fotoğraflı seviyorum. Kullanılan malzemelerin ilk hallerini sonrada nasıl muhteşem bir yemeğe dönüştüklerini görmek istiyorum. Şef Didem Şenol bu kitabında Ege'nin o meşhur pazarlarını gezerek yörelerin kendilerine ait lezzetleri kullanarak 'şahhane'' tarifler çıkartmış ortaya. Birkaç tanesini denedim, tadından yenmediler. Çok kısa zamanda hazırlayabileceğiniz son derece lezzetli ve sağlıklı tariflerin yanı sıra uğraşmanız gereken ama sonunda yemekten ve yedirmekten mutluluk duyacağınız tariflerde var. Kitabın ''Mezeler ve Atıştırmalıklar'' bölümleri benim gibi yemek yapmaya başlamış olanlar için harika. Kolay tariflerle, şahane lezzetler ortaya çıkarıyorsunuz ve güveniniz sarsılmıyor. Yemek yaparken bu önemli sanıyorum, yaptığını yemeğe güvenmek. Bu bölümlerden favorilerim; Közlenmiş patlıcanlı ve tulum peynirli tost, Tahinli közlenmiş patlıcan salatası, Zeytinyağlı çağla, Kızarmış pembe patatesler. Bu liste böyle uzayıp gider aslında. Sonuç olarak kitaba bayıldım. Ben tam kitapla aşk yaşarken, Didem Şenol'un Karaköy'de Lokanta Maya'yı
açtığını öğrendim; sadece okuyarak ve tariflerini uygulamaya çalışarak hayranı olduğum bir şefin yemeklerini tadabilecektim. Didem Şenol Lokanta Maya'dan önce Dionysos Hotel Kumlubük'ün şefi olduğu için Lokanta Maya ilaç gibi geldi.
Lokanta Maya ( http://www.lokantamaya.com/ ) Karaköy'de. Pazar günleri hariç her gün hizmet veriyor. Perşembe, Cuma, Cumartesi günleri akşam 23:00'e kadar diğer günler, 17:30'a kadar açık. Günlük olarak değişen, hem sağlıklı, hem de lezzetli şahane bir menüleri var. Ayrıca her ay bir Pazar brunch yapıyorlar. Ben öğlen yemeği için gittim, Biralı Çıtır Sebzeler, Mücver, Salatalıklı yoğurt sos ve Pekmezli ayva tatlısı yedim. Her biri birbirinden özel ve güzel lezzetlerdi. Şef Didem Şenol son derece güzel bir mekan ortaya çıkartmış aynı zamanda her biri birbirinden güzel şahane yemeklerine bayıldım. Maslak da bir plaza insanı olarak keşke bir şube de buraya açsa diye dua ediyorum belki olur. Yolunuz Karaköy'e düştüğünde ya da sırf Lokanta Maya'da yemek yemek için bile düşürebilirsiniz o ayrı yemek yiyebileceğiniz, yeni, tertemiz, harika yemeklerin olduğu bu mekanı da ekleyebilirsiniz listenize. Afiyet Olsun :)

7 Aralık 2010 Salı

Senin Sesin

Biraz üzgün biraz melankolik azıcıkda mutsuzum bu günlerde. Böyle zamanlarda Cemal Süreya okurum iyi gelir bana. İki gündür aklıma düştükçe bunu okuyorum işte.

Senin Sesin

"kahkaha kesin bir sınırdır senin sesin için;
geçmezsin kahkahaya. bu da gülümsemeyi
senin tapulu malın yapar. gülmek sende
gülümsemenin bir noktada taşkınlığı
oluyor daha çok. bu bakımdan gülümsemenin
bütün öğelerini de birlikte getiriyor.
iş bu kadar da değil, yeni bir takım öğeler
de getiriyor. ılıktır senin sesin. güvenli
olmaktan çok güven uyandırıcıdır. konuşurken
kimseyi dinlememene ne diyeceğiz peki?
buna karşılık sözcükleri sakıngan sakıngan
kullanman var, ona ne diyeceğiz? alırken
suçsuz, verirken duyarlı bir ses. en büyük
modaevini yönetecek olsa sinirli tonlar kazanacağına
muhakkak nazarıyla bakılabilecek,
ama, söz gelimi, hiçbir belediye başkanı
olamayacak bir sese. sanırım, bakışlarla
sesler arasında bir bağıntı kurulabilir.
belki de yanlıştır bu varsayım. ama
doğru olsa, senin sesinle bakışın arasında
bir paralellik, hatta bir özdeşlik olduğu
görülebilir. daha doğrusu sendeki bu özdeşlik
böyle bir varsayıma itiyor kişiyi.
kimbilir, başka belirtiler gibi, bakış ve ses de
aynı ruhun değişik planlardaki görünümleridir
belki de. ruhun, özdeş yönlerini denediği
organlar olabileceği gibi, çelişkin yönleriyle
belirdiği organlar da vardır. olabilir.
söz bitince senin sesin de biter; oysa
sözü tüketen sesler vardır; söz tükenince de
sürüp giden sesler vardır; söz tükendikten
sonra başlayan sesler vardır.
senin sesin sözle özdeş.
çığlık değil, düşünce senin sesin.
ama etin, kemiğin malı olmuş bir ses.
ömründe bir iki kez büyük ihanete dadanmak isteyebilir bu ses. küçük iha-netler onun düşünceyle kurduğu ilke-leri aşmaz, aşamaz. ah! razı olma sevgilim, katıl. katıl ama razı olma.
biraz da kendinden memnun bir ses.
en büyük eleştiriyi, yadsımayı son
anda yaparsın sen: sanırım sende bul-
duğum en doğru gözlem bu. oysa eleş-
tiriyi son anda yapmak, razı oluşun ta
kendisidir. korkaklıktır da. şu var:

fotoğraf çektirmek için yan yana getirilmiş iki nesne değiliz biz
güvercin curnatasında yan yana akan iki güverciniz
mesafeler birleştirdi bizi bir de sözler
razı olma hiçbir sessizliğe
biliyorsun seni seviyorum
pencereden bakmayı
öğreteceğim sana
sesin
balkona asılı çamaşırcasına
havalansın, havalansın dursun
sokakta değil balkonda;
dışarı çıktığın zaman
romanını yastığın altına sakla;
şiirini mutfağa koy
boş bir deterjan kutusu vardır nasıl olsa,
öykünü yanına alabilirsin elbet
müziğini de, resmini de
niçin güvenmiyorsun bana?"

cemal süreya
16 mayıs 1973

30 Kasım 2010 Salı

Haydarpaşa Kurtulur mu???


Sıradan bir Pazar günüydü; Sonra şehir dışında okuyan ve bu sebeple Haydarpaşa garı ile özel bir bağı olan yeğenim Haydarpaşa'da yangın çıkmış diye mesaj attı öğleden sonra. Çok değil yaklaşık 3 ay önce yeni hayatına başlamak için oradaydı, geçen hafta okuluna dönmek için gittin en son Haydarpaşa'ya. O yeni keşfetti orasının tarihini, mimarisini ve yolculukların başlangıcı ve ya bitişinin kilit noktalarından biri olduğunu. Yangının üzerinden neredeyse 48 saat geçti ama ne bir açıklama ne de bir rapor var ortada. Hatta üzerine komplo teorileri daha da fazla akla yatkın hale gelmeye başladı. Dün gazetelerden birinde yangından sonra helikopterle çekilmiş son halini gördüm güzelim Haydarpaşa'nın içim acıdı. Ama en kötü tarafı ise restore edileceğine ve ya elle tutulur bir açıklama yapılacağına inanmıyor olmak. Keşke bu sefer şaşırtabileseler bizi...

24 Kasım 2010 Çarşamba

GERTRUDE


Herman Hesse'nin bu kitabını okuyalı neredeyse 1 yıl oldu aslında. Kitapla ilgili bişeyler yazmak için hem biraz beklemek hemde biraz kitabı kendimce yaşamak istedim. Aslıda kitabı ilgisiz ve heyecanlanmadan başladım okumaya. Heyecanlanmadığımı belirtiyorum çünkü yeni bir kitaba başlarken heyecanlanır ve sabırsızlanırım. Kitabın yazarını çok yakın bir zamanda keşfettim aslında. İlk okuduğum kitabı 'Gençlik Güzel Şey' hikayeler toplamından oluşan; İnsan hayatındaki en önemli kırılma noktalarından biri olan çocukluktan, gençliğe geçişi anlatıyor.
Hesse 20.yüzyılın en önemli yazarlarından biri, 1946'da nobel Edebiyat Ödülünü aldı. En çok bilinen ve önemli kitapları arasında Bozkırkurdu, Siddartha ve Boncuk Oyunu var. Bu üç kitapta ölmeden önce okunması gereken 1001 kitap listesinde yer alıyor ayrıca.

Gertrude yazarın diğer kitaplarına göre neredeyse en az ilgi gören kitabı. Kitapta çok gençken geçirdiği bir kaza sonucu sakat kalan bir konservatuvar öğrencisinin kendi içine ve müziği keşfetmekte olan yolculuğu var. Kahramanımız Bay Kuhn yaşadığı buhranı, git gelleri, hayal kırıklarını bestelediği operaya aktarır. Hesse bu aktarımı o kadar güzel tasvir etmiş ki, bende Khun ile birlikte o operayı yazdım ve besteledim. Okurken müziği kulaklarımda hissettim ve dinledim. Yazar anlatımında o kadar yerinde ve güzel boşluklar bırakıyor ki okuyucunun hayal gücünü devreye sokmak için; yazarla birlikte ezgiyi bende besteledim. Hesse bu romanı yazmamış resmen bestelemiş bence. Kahramanımızın operayı yazmak için İsviçre köylerine yaptığı yolculuk ve burada geçirdiği zamanı okurken onunla birlikte sizde huzuru buluyorsunuz. Kitabın hangi tarih aralığında geçtiği belli değil tümüyle okucunun hayal gücüne bırakılmış. Son olarak kahraman aşık olduğu ama hayatta ki en yakın arkadaşının evlenmesi sonucu kaybettiği tek aşkını o kadar naif ve sadık olarak seviyor ki Kürk Mantolu Madonna da ki Raif Bey'i hatırlatıyor bana. Khun, yaşadığı tüm buhranı, aşkını ve kırıklıklarını müziğine aktarıyor ve bakın nasıl anlatıyor bunu;
<
" Dünyada müzik denen şeyin varlığı, zaman zaman melodilerin insanın ruhuna işleyip tüm benliğinin armonilerin seline kapılması, benim için hep derin bir avuntu kaynağı, yaşamamı bağışlatan bir neden oluşturdu. Müzik gibisi var mıdır! Durup dururken bir melodi gelir aklına, söylemeye başlarsın, sessiz, içinden yalnızca, varlığını melodiyle içirip doyurursun, melodi tüm güçlerine ve devinimlerine el koyar - ve sende yaşadığı süre içindeki tesadüfi, kötü, kaba, kasvetli ne varsa silip atar, dünyayı da alır kapsamına, zoru kolaylaştırır, donup kalmış nesneleri kanatlandırır."

Bu kitabı başucu kitaplarımın arasına ekledim ve Hesse'nin diğer kitaplarını keşfe başladım bile.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Süprizin Böylesi...


Yasmin Levy severmisiniz? Ben çok severim sesi bana iyi gelen şarkıcılardan. Hem kökenlerine olan bağı hem de sefarad müziğine kattığı yorumu ayrıca beğenirim. İşim gereği eğitim gruplarından birinde kendisine olan beğenimi dile getirmiştim. bunu unutmayan ve geçen günlerde İstanbul'da verdiği konserde Sentir Cd'sini benim adıma imzalatarak bana 30. yaş doğumgünü hediyelerinin en şahanesini veren kişiye ayrıca sevgilerimi ve teşekkürlerimi bir de buradan göndermek istedim. Son yıllarda aldığım en muhteşem ve anlamlı hediyelerden birisi oldu. Çok mutluyum.

18 Kasım 2010 Perşembe

Boşvermişlik

Bu yazıyı bir kahve zincirinin cam kenarı masasından yazıyorum. Yoldan arabalar geçiyor durmaksızın. Genelde aileler yoldalar bu saatte. Kulağımda Jehan Barbur çalıyor. Bugünlerde dinlemekten keyif aldığım şahsına münhasır kişi. Sesi bana iyi geliyor, şarkıları masal gibi olduğundan belkide. Yazının bir amacı veya ana fikri yok. Boş tatil günlerinin boş yazısı olur belki buda. İki gün önce 30 yaşıma bastım belki de onun boşvermişliği vardır üzerimde. Bu tatil yeni günlerin başlangıcı oldu benim için, yıllardır benim olan bir parçamı aldılar, üstelik yeni yaşımdan 2 gün önce, sonra ölüm haberi geldi ardından sonra da kocaman boşluk. Yaşadığın travmanın farkında olmayan seni sorgulayan yakınlar. Onlara dert anlatmaya çalışmak, güçlü kalıp ayakta kalmaya devam edebilmek. Halbuki arkadaşlık dediğin seni yargılamadan zor zamanında yanında olabilmek değilmidir.

13 Kasım 2010 Cumartesi

İstanbul da Bayram

Uzun tatil günleri var önümüzde. Okuduğum haberlere göre 2 milyon dan fazla insan seyahat ediyor bu bayram. Bunların 150 binden fazlası yurtdışı ama bir de yaşadığı şehirleri bekleyenler var. Bence tatilin tadını en çok onlar çıkartacaklar gibi. Trafik sanki daha bir rahat olacak daha önce gittiğimiz ama bayramda en az bir kez daha ziyaret edeceğimiz cafeler, lokantalar gözümüze daha keyifli gelecek kesinlikle. Bayramda İstanbul'da olanlar için kısacık bir liste

*Hava durumuna göre havalar böyle devam edecek. Bu sebeple Arkeoloji müzesi ve bahçesi keyifli bir seçim olur.
*Sakıp Sabancı Müzesinde yine Ağa Han Hazinesi sergisi var. Sergiyi ziyaretten sonra Emirgan-Hisar arası yürüyüş bol deniz ve boğaz havası üstünede Hisar da balık keyfi güzel olabilir.
*Food&Travel dergisinin bu ayki sayısında okuduğum Fatih; İstanbul'un göbeğinde bir lezzet hazinesi yazısı çok iyi. Yazıyı referans alarak hem yeme-içme alışverişi yapabilir hemde tarihi lezzetleri tadabilirsiniz. Meşhur Fatih sarması gibi.
*İstanbul Şehir ve Devlet tiyatroları bayram da oyunlarınu sahnelemeye devam ediyor. Mutlaka bir tanesi size göredir. Biletleri gişelere gitmeden internet üzerinden alabilirsiniz üstelik. www.mybilet.com

Bunlardan bir tanesini bile yapabilsek hayattan güzel bir gün çalmış oluruz belki.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Gözü Yaşlı Lodos

Bu sabah işe gitmek için evden çıktığımda sanki farklı bir iklimde olduğumu sandım. Çünkü hava resmen Mayıs sabahı kadar sıcaktı. Sonra lodos kendini hissettirdi. Şimdi ise baş ağrısından gözümü açamaz haldeyim. Evet hava bahar gibi ama lodos havanın tadını almamıza engel. Bu sebeple gitsin lütfen artık. Hava da mevsiminin normali neyse öyle olsun. Yoksa baş ağrım beni hiç bırakmayacakmış gibi.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Ekolojik Bayram Tatili


Önümüzde ki bayramı alternatif bir tatil programı ile değerlendirmek isteyenler için Buğday Derneği alternatif ve harika bir program hazırlamış. 16-20 Kasım tarihleri arasında Küçükkuyu yakınlarındaki Dedetepe Ekolojik Çiftliği’nde dört gün boyunca zeytin hasadı, zeytinyağı, sabun ve sepet yapımı atölyeleri düzenlenecek. Ekolojik yaşam sohbetleri, yoga seansları yapılacak. Fotoğraf ve film gösterilerinin yanı sıra çevredeki tarihi mekanlara geziler gerçekleştirilecekler. Tam pansiyon konaklama ve ara ulaşımlar dahil bu 4 günlük şahane tatilin bedeli 350 TL. Ayrıntılı bilgi için http://dedetepe.org/ ve www.camtepe.org

7 Kasım 2010 Pazar

Efes Pilsen Blues Festival


Cumartesi sabahı 09:30 da telefonum çaldı, benim gibi yerinde duramayan arkadaşım akşama elimde blues konseri için biletim var birlikte gidiyoruz dedi.Konser 18:30'da başlıyor biz 17:00'de Nişantaşında buluşup önce yemek yiyelim konser Lütfi Kırdar da oradan yürüyerek gideriz diye planladı. Cumartesi yaşanan yoğun sis, Fenerbahçe maçı gibi trafiği felç edecek bahanelere rağmen 1 saatte Anadolu yakasından Nişantaşına gitmeyi başardım. Buluştuğumuzda hala hangi konser neden 18:30da başlar diye de birbirimize sormaya devam ettik. 18:30 da Lütfi Kırdar'ın kapısından içeri girdiğimizde bizi Efes Pilsen Blues Festival 21 afişi karşıladı. Konser salonu için son hazırlıklar yapılıyordu. Biletlerimizin üzerini okumayı akıl ettik en sonunda geldiğimiz konser bu sene 21.si düzenlenen Efes Pilsen Blues Festivalinin kapanış gecesine geldiğimizi anladık en sonunda. Yaklaşık 4 saat süren festivalin kapanış konserleri tek kelime ile mükemmeldi. Festival bu sene Ekim de başladı. 20 şehir de 24 konser verdiler. Mıtch Woods& HIS ROCKET 88s, Kenny Neal ve Samuel James.
Akşam 19:30 da Samuel James performansı ile başladı. Gitarı ve nevi şahsına münhasır sesi ile harikaydı. Yaklaşık 1 saat sahnede kaldı ve doğaçlama olarak sahnede bestelediği ''İstanbul- Constantinople ile performansını bitirdi. Hemen arkasından Mıtch Woods&Hıs Rocket 88s sahnedeydi. Sanıyorum grubun yaş ortalaması 55-60 civarıydı ama enerjileri bizi ceplerinden çıkarırdı. Deli gibi dans ettik onlarla. Saksafon ve gitar soloları ile kedimizden geçtik diyebilirim. Kenny Neal için fazla enerjimiz kalmadığından onu bekleyemedik ama geçirdiğimiz 3 saat cidden iyiydi. Kapalı bir salonda 3 saat ayakta kalmamızı ancak böyle bir müzik enerjisi sağlayabilirdi zaten.
Sevgili arkadaşım 30 yaş listemin son maddesi olan şahane konserler ve dans etmemi henüz yazımı okumadan hayata geçirdi.Çok eğlendim, harika müzik dinledim, dans ettim iyiki arkadaşlarım var dedim. Son olarak da Efes Pilsen'e teşekkürler. 21 yıl boyunca Blues festivali düzenlemek hem de bunu Türkiye genelinde yapmak büyük iş.

5 Kasım 2010 Cuma

Kasım da Herşey Başka Olsun Bu Sene

Kasım ayını çok seviyorum. En büyük sebeplerinden biri doğumgünü ayımın olması. Üstelik bu sene 30 oluyorum. Garip bir duygu aslında hem büyüdüm diyorum hem de daha ne büyümesi diye geçiriyorum aklımdan. Doğumgünü ayımın olması nedeni ile kendime bir liste hazırladım hem de 30 sanırım biraz dönüm noktası yaşların en önemli başlangıcı. Bu listedekileri 30. yaşımın sonuna kadar en çok yapmayı istediklerim listesi ilan ediyorum.

• İspanyolca öğrenmek istiyorum. Öğrenmekten çok bu dilde beni mutlu eden anlamadığım bişeyler var. Dünyanın en melodili dili bana göre.
• Çok istediğim bir fotoğraf makinesi var. Bu sene kendisinin benim olmasını ve benim objektifimden dünya nasıl bir yer onu keşfetmek istiyorum.
• Bu sene hayatıma giren çok iyi iki tane kız arkadaşım var. İstiyorum ki ömürlük arkadaşlarım, dostum olsunlar. Anılarımızı biriktirebilelim.
• Galiba artık tam zamanlı bir işden çok çalışma saatleri daha az olan, kendime daha çok zaman ayırabileceğim bir işim olsun istiyorum.
• Yılbaşını canım arkadaşım ile bu sene daha önce ikimizinde görmediği Viyana'da karşılayacağız. Hiç bilmediğimiz bir yerde başlayacağımız yeni yıl bize güzel sürprizler, heyecanlar getirsin.
• Gidilecek yerler listemin en başında olan Dubrovnik, Londra, Mardin, Güney İspanya ve daha bir sürü yer bekleyin beni elbet geleceğim.
• 30. yılım ferah bir yıl olsun istiyorum. Ailemin, sevdiklerimin yanımda olduğu.
• Şahane konserlere gitmek ve kendimi müziğe bırakarak gönlümce dans etmek istiyorum.
Uzun lafın kısası bunları yapmaya hayal etmeye devam edecek umut, sağlık olsun hayatımda. Tabi bir de aşk olursa tadından yenmez.

2 Kasım 2010 Salı

Özledim...


Ege'yi, orada olmayı, sabah deniz kokusu ile uyanmayı mis gibi zeytinyağına ekmeğimi banarak kahvaltı yapmayı, Ege otlarından yapılan mezeler ile rakımı yudumlamayı kısacası Ege'yi ama galiba en çok Ayvalık ve Cunda'yı özledim. Nasıl güzeldir şimdi oralar, zeytin hasadı var, sonbahar balıkları var, mis gibi şarap var bir de orada olabilmek olsaydı...

1 Kasım 2010 Pazartesi

Ahmet Ümit'in Peşinde, Tanpınar'ın İzinde Bir '' HUZUR''' lu Gün


Cuma akşamı canım arkadaşım arayıp dedi ki Pazar günü Ahmet Ümit eşliğinde Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur kitabı için okumalar yapılacak, kitabın geçtiği mekanlarda gidermiyiz. Tabi ki gittik. Öncelikle etkinlik hakkında kısaca bilgi vereyim. Bu güzel etkinliği Özyeğin Üniversitesi, Edebiyat Kulübü düzenledi; Edebiyat ve Mekan teması altında. Her sene Dublin de James Joyce için düzenlenen Bloomsday Festivalini kendilerine örnek almışlar. Çok da güzel yaptıkları kesin.
Pazar sabahı 11:00'de Rus konsolosluğunun önünde buluştuk. Tanpınar'ın 1944-1951 yılları arasında yaşadığı şimdi ise girişlerin yasak olduğu ve cidden harabeye dönmüş ama hala görkemli günlerine inatla ayakta duran Narmanlı Han'da başladı okumalar. Han'da 60'a yakın oda var. Tanpınar, Aliye Berger, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi sanatçılar yaşamış. Ahmet Ümit burada okumalara başlamadan önce; Tanpınar hakkında kısacık biyografik bilgiler verdi ve kitaptan okumalar yaptı. Aklımda kalanların en güzeli ise Biz kimiz ile ilgili kısımlardı. Doğuda mıyız, batıda mı sorusuna yaptığı benzetme idi. '' Biz Kız Kulesi gibiyiz, ne Anadolu da ne de Avrupa da ikisinin tam ortasında tıpkı onun gibi zarif olabiliriz''
Narmanlı Han'dan sonra Tanpınar'ın da yemeklerini tatmaktan zevk aldığı Hacı Abdullah Efendi Lokantasında öğle yemeği arası verdik. Yol boyunca Ahmet Ümit İstiklal Caddesi üzerinde ki tarihi yapılar hakkında kendi üslubunca paylaşımlarda bulundu. Ahmet Ümit yemekten sonra bizden ayrıldı, son olarak Beyazıt Sahaflar çarşısını ziyaret edip burada geçen bir okuma ile günü sonlandırdık. Roman'ın kahramanı Mümtaz ile birlikte kitabın geçtiği mekanları az da olsa yeniden hatırladık, keşfettik.
Huzur romanını keşfetmeye giderken de anlık bir karar değişikliği aslında hayatın ne kadar basit olduğunu bir kez daha hatırlattı. Sabah Tünel'e gitmek için, vapurla Beşiktaş'a geçip Taksim meydanından aşağıya yürümeyi planlamıştık sonra dedik ki Karaköy'e gidip tramvay ile tünel'e geçelim hem de kahvaltı yapacak vaktimiz olsun. Biz Karaköy den Galata'ya doğru çıkarken dünkü patlama meydana geldi. Bir büfenin önünde şaşkınca durup ne olduğunu anlamaya çalıştık. Olanları tüm gün takip ettik. Yapılan açıklamalarda ki basiretsizliğe şaşırıp kaldık. Tek teselli kimsenin ölmemiş olmasıydı. Hep denir ya bu son olur inşallah. Olmayacağını bile bile...
Yaşanan bu olaya rağmen edebiyat, tarih ve romanla içiçe bir gün geçirmek ruhuma iyi geldi. Sonra dedim ki bu gibi turlar çoğalsa sevdiğimiz yazarlarla keşfetsek yenide canlandırsak kitapları. Mesela Buket Uzuner anlatsa bize Kumral Ada-Mavi Tuna geçtiği Kuzguncuğu sonra hep beraber Baylan'a gidip Kup griye yesek anlık mutluluklar kalsa elimizde. Belki olur.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Plan Mı O'da Ne ???

Geçen hafta sonu bir kez daha anladım ki biz ne kadar plan yaparsak yapalım başımıza gelenleri yaşamaya devam ediyoruz. Geçen hafta Perşembe akşamı yoğun geçen iş gününden sonra akşamı keyifle noktalamaya karar verip, şarabın tatlı kollarına kendimizi bıraktık. Şarap, yemek, sohbet, eski günler derken akşam keyifle sürüp gitti, arkasından tatlı ve çay keyfi yapmadan geceyi bitirmek olmaz dedik ve macaron tabağı ile kısa süreli bir aşk yaşadık. Gecenin sonunda yakın arkadaşımın ve benim yüzümde kocaman aptal bir tebessüm ve ne güzel vakit geçirdik be düşüncesi ile bitirdik geceyi. Üstelik ben ertesi gün doğalgaz vs. gibi işlerimi halletmek için izinliydim benim için uzun hafta sonu başlangıcı demekti. Perşembe gününden Social Network filmine biletimi almış öğleden sonra sinema, kahve, kitap ile Cuma günümü şenlendirecektim. Tüm bunların planı ile güne başladım, İgdaş yetkilileri hayatlarında ilk defa randevu verdikleri saatte gelip işi hallettiler. Tüm işler bitmiş sinemaya doğru yola çıkmak için hazırlanırken cüzdanımın olmadığını fark ettim. Panikle ne yaptığını bilmeyen her insan gibi tüm çantalarımı boşalttım en olmayacak yerleri kontrol ettim ama boşa bir çabadan başka bişey değildi yaptığım. Acı gerçeği kabullendikten sonra, cebimde son kalan 50 lira ile polis karakoluna gittim ifade verdim. Orada geçirdiğim 45 dakika tümüyle ayrı bir tecrübe ve yazı konusu kesinlikle. Beni yaklaşık 25 dakika beklettikten sonra ifademi aldılar, ifademin alındığı yerde ki konuşmalar garipti sanıyorum özetleyebileceğim en doğru kelime bu. İfademi verdikten sonra kendimi en yakın fast food dükkanına attım ve gözüm dönmüşçesine yedim, üstüne tatlı komasına girecek kadar tatlı tükettikten sonra durumu kabullenmeye başladım. Cuma öğlen cüzdanımın kaybolduğunu anladığım dakikaya kadar Cuma planı yapılmış, keyifli hafta sonu başlangıcı günüydü benim için ama ben planladıklarımdan birini bile gerçekleştiremedim, doğal gazın çözülmesi kısmı hariç. Sonra şu John Lennon'a ait meşhur cümle geldi aklıma ''hayat sen planlar yaparken başına gelenlerdir''.
Cüzdanımla birlikte kendi yakın kişisel tarihimde yok oldu gitti. Biriktirdiklerim, sakladıklarım, notlarım, hatıralarım herşeyim gitti. Tekrar birikecekler mutlaka. Belkide doğum günüm öncesi yenilenme olarak bakıp bu kötü olayı iyiye çevirmeye çalışmak çokmu iyimserlik olur bilemedim ama başka da yapacak bişey yok sanki.

19 Ekim 2010 Salı

Olmuyorsa Zorlamayacaksın...

Olmuyorsa Zorlamayacaksın-Can Yücel

Olsun istersin…

Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin.

Aşktır ; değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir
araya bile getirirsin…

Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş (?) ne de çözüm için bi’şeyler yapma gayretinde.

İştir ; sabahlarsın, “olsun” diye ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin…

Dosttur ; hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi “O’na” ayırmaya çalışırsın…

Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın… Bakarsın ki her şey başladığın gibi!

Olmuyorsa, olmuyordur!

Gönlün rahat mı?

Elinden geleni yaptın mı?

Cidden olmuyorsa zorlamayacaksın…

Olmuyor...

Bu aralar ne yapsam konsantre olamıyorum. Her gün yeni bir kitaba başlamamla yarıda bırakmam bir oluyor. Ne okuyabiliyorum, ne de okumak istiyorum aslında. Halbuki öğrenmek istediğim, merak ettiğim onca şey var ama nedense hiçbirini kafam almıyor bugünlerde. Amaçsızca sokağa atıyorum kendimi, boş boş geziyorum yeni kitaplara, dergilere, filmlere bakıyorum, yeni sezon tiyatro oyunlarını ve konserleri takip etmek istiyorum ama içimden gelmiyor. Bana her zaman iyi gelen yemek yapmak dahi gelmiyor içimden.
Büyük üstat Cemal Süreya'nın da dediği gibi; '' yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı'' sadece kahvaltı zamanları mutluyum. Bunun dışında tutkunu olduğum zeytinyağı ve onunla yapılacak yemekler bile cezbetmiyor beni. Üstümde bir tembellik, tüm gün beklediğim tek şey eve gidip kendimi yatağa atma hali sürüp gidiyor. Tüm bunlardan kurtulmak için beklediğim nedir merak ediyorum. Dün akşam da sordum kendime yeni bir ben midir beklediğim...

12 Ekim 2010 Salı

KUMRAL ADA MAVİ TUNA


''ben kumralım, ama ada değilim. hiç olmadım desem yalan, ama ortalamayı almak lazım değil mi? gözlerim mavi değil ela, saçlarım ise kıvırıcık değil.

ama mavidir içim, tuna içimdedir.

madem ki tuna içimde, adalar da yüzer o halde. söylemesi bile güzel:

kumral ada mavi tuna ''

KUMRAL ADA MAVİ TUNA / BUKET UZUNER
Sayfa 74

Bu kitabı ilk okuduğumda lise de öğrenciydim. O yaşıma kadar okuduğum en güzel kitaptı benim için. Sonra yıllar geçti her sıkıldığımda,mutlu olduğumda açıp tekrar okudum. Başucu kitabı oldu. İlk bu kitapta öğrendim, aşk insana neler yaptırır, iç savaş neler yapar. Kitaptan sonra o kadar istedimki benimde bir Tuna'm olsun, bende aşık olayım. Mucize gibi oldu bu istediğim, liseden sonra hayatımda ilk aşık olduğum erkeğin adı Tuna'ydı ve ben onu Tuna'nın Ada'yı sevdiği gibi sevdim, ondan öğrenmiştim çünkü nasıl sevilir, aşık olmak nasıldır. Ama sonu hüsran oldu işte o zaman yine okudum bu kitabı elimde gerçek bir aşk ve acısı kaldı.
Kitabın şahane yazarını da unutmamak lazım Buket Uzuner...

7 Ekim 2010 Perşembe

Zeytin İçin Hasat Zamanı


Ege'yi sevip hayran olup da zeytine, zeytin ağacına bağlanmamak mümkün değil gibi. Zeytin benim için; bereket, huzur, sağlık, aşk gibi. Bu seneye başlarken yılın ilk gününde annemleri ziyaret etmek için zeytin ağaçlarının arasında yolculukla başlamıştım yeni yılın ilk gününe. O zaman dedim ki bu bana bir işaret olmalı bu sene sürprizli belkide hayal ettiklerimin benimle olacağı bir sene olur. Seneni sonuna doğru gelirken baktığımda hiç de kötü bir yıl olmamış ya da ben zeytin ağaçlarımın uğurunu bozmak istemiyorum.

Zeytin hasadı başlamak üzere. 5-6 yıldır Ayvalık Murateli köyünde yapılan Zeytin Hasat günleri bu sene de yapılacak. Bu sene 22-24 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek festival. Geçen sene 6-8 Kasım da yapılmıştı. Festivalin açılışı Zeytin duası ile başlıyor
Yine bu sene 28-30 Ekim tarihleri arasında Alaçatı Taş Otel konaklayacak misafirlerini zeytin toplamaya götürecek. Topladıkları zeytinleri sıktırarak aldıkları yağı aralarında paylaştıracak. Ayrıca yenecek olan enfes Ege yemeklerini unutmamak lazım.
Tasotel.com 0232 716772

Zeytini ve zeytinyağını daha yakından tanımak isteyenler ve kısa bir eğitim almak isteyenler Kaz dağlarında bulunan Çetmi Han'ı tercih edebilirler. Zeytin Hasadı adı verilen ilk adımda zeytinin kusurları anlatarak toplanacak, kırma ve yeşil zeytin yapımı anlatılacak. Zeytinyağı tadımı adı altındaki 2. adımda; zeytinyağının içeriği, kusurları ve sızma zeytinyağının özellikleri anlatılacak.
Çetmi Han 0286 752 6169 www.cetmiyesilyurt.com
Zeytinle haşır neşir olmak için alternatif çok. Ege'nin en bereketli zamanları üstelik bu zamanlar.

3 Ekim 2010 Pazar

Oradan, Buradan


Nasıl da geçip gitti Eylül. Referandum, Anayasa değişikliği, KPSS sınavında yaşanan skandal, sınav iptalleri, kazalar, ölümler, gündemi hiç sakinleşmeyen, sakinleşemeyen bu ülkede günler geçip gidiyor işte. Acaba diyorum bu kadar karmaşa ve skandalın arasında iyi şeyler oluyor da bizmi ıskalıyoruz.
Günler geçip giderken böylesine hızlı kendi hayatımızla ilgili ıskaladıklarımız var tabi birde. Beklediklerimiz, hayal ettiklerimiz, istediklerimiz, olursa iyi olur dediklerimiz var.
Dün Eminönü ve Cankurtaran turu yaptım. O kadar kalabalıktı ki, turist grupları, turlar, rehberler, gezmeye gelen bizler her yer çok renkliydi. Hele bir de yanımızda olan sanat tarihi mezun arkadaşımız sayesinde hiç bilmediğimiz bilgiler eşliğinde gezdiğimizden daha bir keyifli oldu. Sonra dedim ki benimde bu günlerde istediğim tek şey turist olmak, bilmediğim caddelerde sokaklarda kaybolurcasına dolaşmak, keşfetmek tek endişemin her yeri göremeden dönmek olduğu günler yaşamak olduğuna karar verdim. Elimde her ay düzenli olarak okuduğum seyahat dergilerim var. Sayfaları çevirdikçe hayallerim çoğalıyor. Kedimi resimlerde gördüğüm caddelerin, sokakların, müzelerin içerisinde hayal ediyorum.
Eylül bitti ama Ege'nin en güzel zamanlarını kaçırdım ben bu sene ama şimdi Zeytin hasadı, bağbozumu zamanları var. 29 Ekim de belki kısacık bir Ege ziyareti zamanı bulur hayallerimi biraz olsun gerçekleştirebilirim.

27 Eylül 2010 Pazartesi

Tarihi Yarımada, Soğukçeşme Sokağı


Birgünümü gitmekten her zaman çok keyif aldığım Eminönün de geçirdim. Daha önce hiç çok fazla vakit geçirmediğim cadde ve sokaklarını Tarihi yarımada ve Osmanlı eserleri konusunda oldukça donanımlı bir arkadaşımla bir turist edasında gezmek 5 günlük iznimin en güzel saatlerini geçirmeme yardımcı oldu.

Önce Eminönü SümerHan'ın alt katında olan Cafe Ala'da çok keyifli bir yemek ile başladık. Cafe Ala güzel bir mekan, az ama öz bir menüleri var. Yediğim anne köftesi ve yanında gelen nar ekşili salata çok güzeldi. Dekor harika evinizin salonunda arkadaşlarınızla yemek yiyormuşsunuz gibi. Çaylarıda mis gibi üstelik.
Güzel yemek ve çayın hemen ardından gezimize Soğukçeşme Sokağına doğru başladık. Soğukçeşme sokağı Ayasofya Müzesi ve Topkapı Müzesi arasında trafiğe kapalı harika parke taşlarla örülü güzel bir sokak. Sokal Turing tarafından koruma altına alınmış. Sokak eski İstanbul evleri ile bezeli, ayrıca 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün doğduğu ev, İspanya Kraliçesi Sophia'nın geldiği zaman kaldığı butik otel ve İstanbul'un en güzel kitaplıklarından biri olan İstanbul Kütüphanesi bu sokakta. Ayrıca 'Ayasofya Konakları' otel-konukevi olarak işletmeye açılmış.

Soğukçeşme'den hemen sonra Arasta çarşısından aşağı doğru devam ederek Cankurtaran'ı gezdik. Burada gezerken kendimi bilmediğim ve ilk defa gittiğim bir şehirde geziyormuşum gibi hissettim. Şehirin kalabalık ve karmaşasından çıkmışta tatile
gelmiş gibiydik. Özellikle de otel ve hostellerin olduğu sokaklar. Yapılar çok güzel, tablolardan çıkmış gibi. Cumbalı köşkler, ahşap binalar, münkünse hayatımın geri kalanını burada geçirmek istiyorum.

Cankurtaranda ki gezimizin hemen ardında kahve keyfi için Caferağa Medresesine gittik. Cumartesi kalabalığından dolayı avluda yer bulamadık ama iç mekanda oldukça keyifliydi. Ayrıca Caferağa Medresesi içinde hat, ebru, takı tasarımı, ney gibi kurslarda veriliyor.

Tarihi Yarımadayı, İstanbul'u çok seviyorum ve iyiki bu şehirde yaşıyorum diyorum...

22 Eylül 2010 Çarşamba

Bugün Bunu Okudum

Bugün bunu okudum çok etkilendim, beğendim

'' Garson kadın gülümseyerek bakıyor ekrana yazdığım kelimelere. Anlamadığı halde, anladığını düşünüyorum. Sezgileriyle. Bazen insan '' bittiği için değil, sırf '' gittiği'' için ayrılır. Gidebilmek ister. Uzak sulara yelken açmak. Zihnen ve ryhen göçebe olmak. Bir limana demir atmamak. Önyargısız bir şekilde her daim yolculuk yapmak, algılarını açık tutmak. Tazelenmek, demlenmek, yenilenmek...
Göç etmek. '' Oldum'' zannetmemek. Hep öğrenci kalmak hayatta, her adımda öğrenmeye devam etmek, devamlı bir oluş halinde...
Bazen ayrılmak, ''terk etmek'' demek değildir.''


Zormudur acaba bunları yapabilmek ama ''oldum'' zannetmemek en zoru galiba. Yazının kime ait olduğunu henüz bulamadım. Bulabilirsem paylaşırım

FİLMEKİMİ-2010


İKSV dün Filmekimi programını açıkladı. 08-14 Ekim tarihleri arasında Atlas, Beyoğlu, Cinebonus G-Mall sinemalarında izleyebiliriz. Bilet satışları, Biletix ve Atlas sineması gişesinden yapılacak. Lale kart sahibi olanlar için satış 29 Eylül de başlayacak. Lale kart sahibi olmayanlar 02 Ekim itibari ile alım yapabilecekler. Haftaiçi seanslarda bilet fiyatı 4 TL. 7 gün sürecek festivalde 31 film izleme şansına sahibiz. Detaylı programı http://www.iksv.org/filmekimi_2010/Cizelge.asp İKSV'nin sayfasından görüntüleyebilirsiniz. Şimdiden iyi seyirler.

21 Eylül 2010 Salı

Şehrin Perdesi Açılıyor...

Eylül benim için bu sene çok hızlı başladı. Üniversite kaydı, başka bir şehirde okuyacak olan yeğenimin eksiklerinin tamamlanması derken sonuna yaklaştığımızı daha yeni fark edebildim. Okuyacaklarım, dinleyeceklerim, izleyeceklerimi biriktirdim, bakalım nasıl yetişeceğim normal tempoma. Çalışma masamın üzerinde okumak için sıraladığım kitaplar boyumu aşmış durumda. Takip ettiğim blogların yeni yazılarına yetişmem lazım birde.

Bu arada Sonbahar ile birlikte tiyatro, konser, sinema sezonu da başlamış oldu. Dün Şehir Tiyatroları yeni sezon oyunlarını açıkladı, İKSV'nin Taksim deki merkezinde bulunan SALON'da çok iyi konserler ve etkinlikler var en iyilerinden biri de 26-27 Ekim de ki Marcus Miller konseri. Babylon dün Tindersticks konseri ile sezona sağlam bir merhaba dedi. Akbank Caz Festivali, Efes Pilsen Blues Festivali başlıyor. Herkese hitap eden bir şeyler vardır mutlaka bu kadar alternatifin arasında.

Tüm bu koşturmacının arasında aslında bugünlerde olmak istediğim tek yer var. Karaburun da Ata'nın Yerinde kendime sakinliğe bırakmak ve tazecik balıkların tadını çıkartmak istiyorum. Sonbahar'ı Karaburun da karşılayamadım ama belki havalar iyice bozmadan oradan uğurlayabilirim.

14 Eylül 2010 Salı

...

O kadar çok biriktirdim ki yazmak istediklerimi nereden başlayacağımı bilemiyorum. Ama son 1 ayın en önemli gündem konusu benim için canım yeğenimin üniversite için başka bir şehire gitmesi. Neden bu kadar önemli benim için çünkü benimle birlikte büyüdü biraz da olsa bende büyüttüm onu. O kadar kıymetliki benim için onu yarın sabah nasıl göndereceğimi düşünüyorum son bir haftadır. Onun adına ne kadar çok sevinsem de nasıl ayrı kalacağım, tek başına nasıl idare edecek, yalnızlık çekermi, aç kalırmı gibi neredeyse gereksiz her şeyi beni üzmeye yetiyor.
Yepyeni bir hayat onu bekliyor, üniversite yılları hayatının en önemli dönüm noktalarından birisi ama diyorum keşke aynı şehirde olabilseydik. Güzel ve aydınlık günler olsun önünde, yeni tecrübeler, anılar, üzüntüler, mutluluklar eklensin hayatına. Ama her şeyden önemlisi hayat ona yeni şeyler söyleme, görme ve yaşama fırsatı versin...

6 Eylül 2010 Pazartesi

Kuzey Ege Lezzet Durakları

Malum Çarşamba günü itibari ile kısa bir bayram tatili bizi bekliyor. bu bayramda yolu Ege'ye düşecek olanlar için kısa bir lezzet durakları listesi hazırladım en sevdiklerime torpil yaptım tabi. :)

Ayvalık-Cunda
*Veli Usta'nın Yeri / Ayvalık 0266 3126429 Burası tam bir esnaf lokantası. Zeytinyağlıların tadını unutmanız zaman alabilir.
*Cafe Caramel / Ayvalık 0266 312 85 20 Yemeklerden önce sevgili sahibesi Yasemin Hanım'ın güleryüzü ve kendi yaptığı basit ama lezzetli yemekleri, harika limonatası ve muhteşem tartları için gitmeye değer.
*Fasulye / Ayvalık 0266 3126818 Sadece 6 masadan oluşan son derece mütevazi bu olan bu lokantada ege otlarının tadına bakabilirsiniz.
*Cunda Balık Evi / 0266 327 28 81 Cunda'da kötü balık yemeniz çok zor bir ihtimaldir. Ama burada hem lezzetli, taze ve iyi balık yersiniz hemde çok uygun fiyata. Özellikle kaşarlı kidonya midyesi şahane.
*Vino Şarap evi / 0266 327 13 55 Vino ufacık bir masal evi bana göre. 4-5 tane masası var dışarıda ve harika şarapları, yemeleri, likörleri. Bir akşam mutlaka gidilmeli; şarap ve güzel müzik eşliğinde hayal kurulmalı.
*Bay nihat / www.baynihat.com.tr Tartışmasız Ege mutfağının ve iyi balığın en iyi sunulduğu yerlerden biri. Bütçeniz uygunsa mutlaka gidilmeli.

Bozcaada
*Eğer kalacak yer olarak Rengigül Pansiyon'u tercih edenlerdenseniz mükellef bir kahvaltı sizi bekliyor. Özcan Hanım'ın tüm yaratıcılığını kullanarak ada meyve ve çiçeklerinden yaptığı reçeller muhteşem. Uzunca bir kahvaltı masasında güne başlamak ayrıca bir keyif.
*Güverte 0286 6978759 Özellikle Rum mezeleri tadılmalı. Yerel malzemeleri tercih ettikleri için ayrıca başarılılar bence
*Lodos 0286 6970545 Özellike Ege mutfağı referans alarak yaptıkları değişik yemekleri oldukça başarılı. Sakızlı enginar gibi.

Karaburun
*Ata'nın Yeri 0232 7313443 Kesinlikle Ege'de en taze balık yiyebileceğiniz yerlerin başında geliyor. Üstelik yanında ege otlarından yapılan mezeler de harika.
*Kalyon Restaurant 0232 7313443 Sadece kalamar yemek için bile gidebilirsiniz.
*Karaburun Butik Pansiyon 02327313721 Ege mutfağı yemeklerini başarılı bir şekilde uyguladıkları gibi son derece sade olan pansiyonlarında konaklamak oldukça keyifli.

Kazdağları
*Zeytinbağı Otel 02663873761 Otel'in ortaklarından aynı zaman da şefi de olan Erhan Şeker burada bana göre harikalar yaratıyor. Kullanılan malzemenin hepsi neredeyse organik ve otel'in kendi üretimi. Özellikle Ege otlarının ve balığın tadına doyum olmuyor.
*Hünnap Han 0286 7521731 260 yıllık bir Hünnap ağacının gölgesinde harika yemekler yiyebilirsiniz. Özellikle et yemekleri başarılı.
Han Kafe 0286 7521220 ege mutfağının en unutulmuş ve güzel örneklerini yiyebilirsiniz. burada.

Yolu bir şekilde Ege'ye düşenler Zeytinyağı, şarap, damla sakızı, zeytin ve herhangi bir köy pazarına denk gelirlerse en taze ege otlarından almadan dönmesinler. Damağınızda kalan tatların devamı için en azından.

1 Eylül 2010 Çarşamba

SONBAHAR...


Eylül en sevdiğim ay benim neden bilmiyorum ama ismi bile huzur veriyor bana. Bugün en sevdiğim ayın ilk günü; temsil ettiği mevsime yakışır bir başlangıç yaptı İstanbul da yaşayanlar için. Hava bildiğiniz serin üzerinize hırka falan almanız lazım ki üşümeyin. Öldürücü Ağustos sıcağından sonra o kadar iyi geldiki aslında özlemişim üzerimdeki hırkaya sarınarak ısınmaya çalışmayı.
İstanbul'da Sonbahar'ı ne kadar yaşarız bilmem ama belki de yeni başlangıçların ayı olur Eylül. Şans getirir bize adının verdiği huzurun yanında.

Nazım Hikmet'in Piraye için yazdığı Eylül şiirlerinden en sevdiğim ile bitiriyorum bu yazıyı;

24 Eylül 1945

En güzel deniz :
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk :
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylememiş olduğum sözdür...

Nazım Hikmet

31 Ağustos 2010 Salı

Gitmek Lazım...

Son zamanlarda en kısa sürede eyleme dökmek istediğim tek şey gitmek... Nereye olduğunun çok fazla önemi yok.Yakın, uzak, sıcak, soğuk farketmiyor. Sadece biraz uzaklaşmak ve nefes almak ihtiyacı galiba bu. Belki de bir yılın sonuna doğru gelirken tüm çabalamaların, yaşanmışlıkların, sorunların, koşturmanın sonunda bünye de peydah olan yorgunluğun sonucudur. Aslında neyin sonucu olduğunun çok da önemi yok, önemli olan bu isteği yerine getirebilmek. Yenilenmek, yeni yerler keşfetmenin ruhumda yaratacak enerjiye, mutluluğa ihtiyaç duyma durumu. Ne yaptığımın çok da fazla bir önemi yok bence yapmak istediğim şey gitmek, keşfetmek ve yenilenerek geri dönmek.


En kısa zamanda hayata geçirmek istediğim tek şey; Turist olmak, sokakta kendi kendime konuştuklarımın anlaşılmayacağı bir yerde olmak istiyorum. Tek kaygımın bütün şehri gezemeden, göremeden ayrılmak olmasını istiyorum. Bir de mümkünse şahane tatlar keşfetmeden dönmek istemiyorum...

26 Ağustos 2010 Perşembe

ÇOK ÇALIŞMAM LAZIM ÇOKKKK...

Evde miskin miskin oturup zamanımı boşa harcarken duydum bu cümleyi ''çok çalışmam lazım çok'' Sonra birden fark ettim benimde çok çalışmam lazım hem de çok. Yapmak istediklerim, hayal ettiklerim bi de çok zor bunları yapmam diyerek yukarılarda bir yerlerdeki raflara sakladığım düşlerim var. Sonra oturdum azıcık daha hayal kurdum neler yapmak istiyorum diye liste aldı başını gitti. Yazdım bir de sonra bakın neler çıktı belki arasında ortak olan hayallerimiz vardır.

*Leziz yemekler pişirebileceğim kocaman bi mutfağım olsun istiyorum. Bir tarafında baharatlarımın, bir tarafında otlarımın olduğu bi mutfak ama yaşayan bir mutfak her şeyden öncesi.
*O kadar çok görmek istediğim yer var ki; hepsini yazmaya kalksam sayfalarca yazabilirim. Keşfetsem, yeni tatlar denesem başka başka gökyüzlerinin altında gözlerimi açsam; başka başka yıldızlı gecelerin altında uykuya dalsam.
*Okuyamadığım, okumam için tozlu raflarımda sırasını bekleyen kitaplarım, almak için para biriktirdiğim kitaplarım var benim.
*Daha önce dinlemediğim ama kim bilir dinlediğimde aklımın gideceği ne müzikler ne şarkılar var daha. Onları dinlemek istiyorum.
*Ufacık bi toprak parçam olsa, domates ve kekik, fesleğen yetiştirsem orada. Tazecik toplasam mis gibi koksa mutfağım.
*Bir zeytin bir de limon ağacım olsa bahçemde. Zeytin ağacımın gölgesinde içsem köpüklü türk kahvemi. Akşamüstü gölgesinde şekerleme yapsam. Benimle beraber aldığı yaşla birlikte büyüse zeytin ağacım gölgesiyle birlikte.
*İspanyolca öğrenmek istiyorum, sular seller gibi konuşabilmek. Hatta mümkünse köy köy gezmek istiyorum İspanya'yı harika İspanyolcamın eşliğinde.
*Seyretmek istediğim yüzlerce film var böyle zamanlarım olsun istiyorum.
*Kocaman yemek masalarında uzun uzun sohbet ederek hayatı paylaşarak yaşayacağım dostlarım yanımda olsun istiyorum.
*Tabi bunları yapabilmeyi hayal edebilmek için bile sağlıklı ve huzurlu günler istiyorum.

Benim listem böyle uzayıp gidiyor; olur mu olur hayat bellimi olur.
Birde bu hengame ve koşturma içinde her şey yolundayken hep unuttuğumuz şükretmeyi unutmamak lazım.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Hayal...

Yoğun geçen mesai günler, eğitimler, çok sıcaklar derken yazın sonuna geldik ve ne olduğunu anlayamadım bile. Koca 3 ay içerisinde 1 hafta tatil yapabildim sonra neye uğradığımı şaşırdım. Şimdi önümüzde 30 Ağustos ve Bayram tatili var ama bizim Üniversite kayıt telaşımız var yine bir şey anlamadan en sevdiğim aylardan biri olan Eylül bitmiş ve Ekim başlamış olacak. Bozcaada ve ya Gökçeada'da 2 gün nefes alma hayalim var aslında benim oralara gidip kendimi Kuzey Ege'nin rüzgarına ve soğuk sularına bırakmak ve hayatla bağlantımı kesmek istiyorum. Sadece durmak, güzelim sokaklarda gezinmek akşam gün batımında elimde buz gibi şarabımla hayaller kurmak istiyorum. Aslında şimdi yazarken bile biraz uzak gibi sanki bunu gerçekleştirmek ama hayatın ne getireceği bellimi olur.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

KENT-KAVAFİS


KENT

"Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa.
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam;
ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya.
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada
gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın."
Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın,
ne bir gemi var, ne de bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte,
yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde.

Constantino KAVAFİS

Çeviri : Herkül Millas ve Özdemir İNCE

Trt Türkte yayınlanan Kentler ve Gölgeler programında çok sevdiğim şair-yazar Konstantinos Kavafis ve hayatını geçirdiği şehir olan İskenderiye vardı. Yine çok sevdiğim Meral Okay hayranı ve okuru olduğu bu şairi yaşadığı ve öldüğü bu şehirde çalıştığı binaya, kahvesini içtiği kahve'ye, şiirlerini yazdığı çalışma odasına, ömrünün son günlerini geçirdiği hastaneye giderek anlattı yaşam öyküsünü. Kavafis'in ailesi aslında Fener-Rum doğumlu. Kısa bir sürede olsa İstanbul da yaşamış ve asıl memleketi olarak her zaman burayı görmüş. Hiç sevmediği halde 32 sene boyunca Bayındırlık Bakanlığında memur olarak çalışmış ve hayatını İskenderiyedeki 4 ile 5 sokak arasında kurmuş. Evi, iş yeri, gittiği kulüp, hastanesi ve bağlı olduğu kilisenin bulunduğu tüm yerler aynı cadde üzerindeki sokaklarda konumlanmış durumda. Onun için çok zor olsa da İskenderiye'yi vatanı olarak kabul etmiş ve kendisinin en çok sevdiğim şiiri kaleme almış.
Ömrümüzü böylece tüketiyoruz işte. Nereye gidersek arkamızdan gelecek bir şehrimizin olması bir şans ama...

16 Ağustos 2010 Pazartesi

POYRAZ


Geçen sene bu zamanlarda Cunda da yaptığımız tekne turunda çekmiştim bu fotoğrafı. Şahane bir poyraz vardı, püfür, püfür gezmiştik koyları. Nemden yüzgeçlerimizin çıktığı bu günlerde azıcık poyraz olsa ne iyi olurdu.

Kürk Mantolu Madonna


Sabahattin Ali'nin kısacık ömründe kaleme aldığı bu şahane eserini Lise yılların da Edebiyat öğretmenimin zoruyla okuyup bir köşeye kaldırmış ve çocukluğun vermiş olduğu bilinçsizlikle gerekli değeri vermemişim. Sevgili Yapı Kredi Yayınlarından çıkan 34. baskısını aldım.

Bir Cumartesi günü aldığım kitaba kendimi o kadar kaptırdım ve elimden bırakamadım ki Pazartesiye kadar bitmiş oldu. Bitirdikten hemen sonra tekrar okumak için kendimi durdurdum ve okuduklarımı biriktirmek için kendime zaman tanımaya karar verdim. 160 sayfalık bir kitabın üzerimde bu denli etkisi kalmasını ve kitabı okumanın üzerinden zaman geçtikçe değerini daha iyi anlıyorum.

Kitabın kahramanları olan Raif Efendi ve Maria Puder'in yaşadığı aşkı ve bağı okuyup sonra da oturup ağla dedirten bir kitap benim için.

Bir yazarın, insanların görünmeyen gizli-saklı kalmış yüzlerini böyle ortaya çıkarmasına çok az denk geldim. Kitabın kahramanı olan Raif Efendi'nin güçlü tutkusuna şahit olduktan sonra acaba bizde hayatta böyle bir tutkuyu yaşamımız boyunca kendimize rehber yapabilir miyiz ya da peşinden gittiği bu tutku gerçek olabilir mi diye uzun süre düşündüm. Okuduktan sonra bende tekrar okuma isteği uyandıran bir kaç romandan biri olduğu için belki de bende bu denli güçlü etkiler bıraktı.

Tasvirleri o kadar gerçeğe yakın ve inandırıcıdır ki; Raif Efendi ve Maria Puder parkta gezerken onlara eşlik eder, bahar çiçeklerinin kokusunu hissedersiniz.

Raif Efendi bana göre Türk edebiyatının yaratılmış en derin karakteri. Bir insan düşünün ki tüm dünyasını bir not defteri ile paylaşıp nefes almış. Kabullenmenin ve isyanın yaşadığı çıldırtıcı paradoksu yaşar. Bir kez gerçekten yaşamış ve bunun bir kez daha mümkün olmayacağını anlamış ve hatıralarına sarılarak hayatına bu kabullenmişlikle devam etmiştir. Bizlerin aşkın ve ölümün karşısında ki çaresizliğini bu kadar gerçekçi ve başarılı bir tasvirle anlattığı için belki de bu kadar derin izler bırakmayı başarıyor.

Kürk Mantolu Madonna, üst üste defalarca okuyacağım ve her defasında bir öncekin de eksik kalan duygu ve derinlikleri bulacağım belki de tek kitap benim için.

her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridordaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "kürk mantolu madonna"yı seyre dalıyor, tâ kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum. sergi bekçilerinin ve birçoğu her gün orada bulunan ressamların artık beni bellemiş bulunduklarını fark etmiştim. içeri girer girmez yüzlerinde bir tebessüm dolaşıyor ve gözleri bu acayip resim meraklısını uzun müddet takibe diyordu. son günlerde diğer tabloların önünde oynamaya çalıştığım rolü de bırakmıştım. doğrudan doğruya kürk mantolu kadının önüne gidiyor, oradaki sıralardan birine oturarak gözlerimi bir karşıma bir de, bakmaktan yoruldukları zaman, önüme çeviriyordum.

Keşke güzel bir uyarlama ile sinemaya da aktarılsa bizde seyretsek...

TENEDOS-BOZCAADA


Dün gece sıcak ve nem yüzünden sinir krizi eşiğine geldim diyebilirim. Bir ara balkonda ki sandalyeleri birleştirip orada uyumayı denemeyi bile düşündüm. Şimdi bu sıcaklarda Bozcada da olup buz gibi sularında ayılsam, Ponente Fenerinde günü batırırken buz gibi ada şarabı yoldaşım olsa, Poyraza kendimi bırakabilsem. Ege otları ile hazırlanan yemeklerin tadına varabilsem. Akşamları Rum Mahallesinde yürüyüş yapıp, damla sakızlı kahve ve ev yapımı likör ile günü bitirip, bağ evlerinin serin odalarında uykuya dalabilsem ne iyi olurdu.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

RAKI Sisesinde BALIK Olmak...


Devamı pazartesi :)))
Devamı Pazartesi demiştim ama biraz geciktim.
Cumartesi gecesi keyifli bir sofrada yavaş yavaş soğuk rakıyı yudumlarken geldi bu dize aklıma. Şiirin hepsini düşündüm ama bulamadım. Keyfim o kadar yerindeydi ki devamını sonra öğrenirim nasıl olsa diyerek Orhan Veli'nin bu şiirini öğrenmeyi Pazartesi'ye bıraktım.

Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam...

Ne iyi olurdu rakı şişesinde balık olsam hele bir de bu boğucu sıcak günlerde.

6 Ağustos 2010 Cuma

ROSE KEYİF SOHBET


İstanbul da yaşayanlar olarak bir fırına kapatıldığımızı düşünüyorum. Etrafımdaki herkes uykusuz, mutsuz ve yorgun. Hiçbirimiz uyuyamıyoruz ve hepimizin ağzında aynı replik nemden bu olanlar. Sıcağa ve neme rağmen dün akşam 3 kız arkadaş kendimizi dışarı attık ve serinlemek için Leona Rose Blush şarap da karar kıldık. Tam anlamı ile bir kız gecesi yaptık, eski aşklar, okul yılları, anılar, mutluluklar aklımıza ne gelirse konuştuk. Sohbetimize buz gibi rose blush eşlik etti, bu sıcaklarda çıkıp içmek, eğlenmek, kafa dağıtmak, serinlemek isteyenlere rose blush tavsiyemdir. Buz gibi soğutulmuş olarak servis edilirse, kadehinize biraz maden suyu biraz da buz eklerseniz muhteşem oluyor. İçimi kolay, sohbete kattığı lezzet de ayrıca güzel.
Bu yazıyı yazarken İstanbul da sıcaklığın 61C hissedildiğine dair haberlere var gazetelerde. Galiba bir süre daha bu yüksek nemle yaşamaya devam etmek zorundayız gibi. Yüzgeçlerimizin çıkmasına az kaldı gibi... Nemsiz rüzgarlı günler diliyorum bize.

5 Ağustos 2010 Perşembe

RÜZGARLI ADA - GÖKÇEADA




Sıcak ve nem'den nefes alamadığımız bu yaz günlerinde Gökçeada'da olabilmek ne büyük şans olurdu. Bozcada kadar popüler olmasa da bir kere gidip kaldığınızda pişmanlık en son aklınıza gelen duygu olacaktır. Gökçeada hakkında yazmak istediğim çok detaylı ve uzun bir yazı var ama bu sıcak günlerde kısacık bir hatırlatma yapmak istedim tatil planları yapanlar için.

3 Ağustos 2010 Salı

ALTERNATİF EGE TATİLİ


Ege'nin en saklı kalmış yerlerinden biri Karaburun. Gittiğinizde zamanın durduğunu hissedebilirsiniz. Çeşme'ye sadece 1 saat uzaklıkta. Gezerek gitmek isterseniz, Urla, Foça, Karaburun rotasını izleyerek alternatif Ege'nin tadını çıkartabilir, şahane yemekler tadabilirsiniz.
Keşfedilmemiş olması nedeni ile 2 tane mavi bayraklı plajı var. Akvaryum ve Bodrum plajı mavi bayraklı, bunların dışında birçok güzel koyu var. Tekne turu yaparak keşfedebilirsiniz. Denize sıfır çok güzel ufak pansiyonlar var. Bir tanesi mutlaka size göre olacaktır. Özellikle Ata'nın Yeri bir plajın kenarına kurulmuş şahane bir mekan. Sabah uyanıp, odanızdan denize bir kaç adımlık yürüme mesafesinden sonra ulaşabilir ve yüzünüzü yıkamak yerine denize girerek güne başlayabilirsiniz. Burada kaldığınız zaman karşılaşacağınız en güzel sürpriz tadına doyulmaz deniz ürünleri yemek olacak. Kendi avladıkları balıklar ile mütevazi ama tadına doyulmaz sofralar kurabiliyorlar. gün boyu sahilde, bahçede tembellik yapıp sadece durmanın tadını çıkardıktan sonra Ege'ye doğru rakınızı yudumlayarak balıkların tadına varabilirsiniz.
Karaburun birkaç günlük kaçış ve sakinlik için en uygun rotalardan biri. Dönüşte sadece Karaburun da yetişen ''Karaburun Hurması'' denilen zeytinlerden de alabilirsiniz. bu sıcaklarda nefes alabilmek ve yaşadığımızı tekrar hissetmek için en güzel yerlerin başında geliyor.

Lipsos Otel Ata'nın Yeri: Ev sahibi Ata - Evren Soyak
Adres Tepeboz Köyü Yeniliman - Karaburun / İzmir
Telefon +90 (232) 735 43 64 +90 (533) 272 79 92
Cep +90 (533) 272 79 92

27 Temmuz 2010 Salı

İSİMSİZ

En sevdiğim Özdemir Asaf şiirlerinden biri.

İSİMSİZ

Biri sana sorarsa;
Sana, beni sorarsa;
Gitti, der misin?
Gittiğimi söyler misin?
Gidiyorum ben sana
Benimle gider misin?

Özdemir Asaf

TİRİLYE ( ZEYTİNBAĞI )







Tirilye, hafta sonu tatilinizi geçirmek ve ya birkaç gün şehirden kaçıp kafa dinlemek için çok uygun bir yer. Yeni ismi ile Zeytinbağı olarak geçiyor. İstanbul-Mudanya feribot seferleri ile Mudanya'ya ulaşabilir, Mudanya'dan da 45 dakika da bir Tirilye'ye kalkan dolmuşları kullanabilir ve ya taksi ile ulaşabilirsiniz. Mudanya^'ya 11 km uzaklıkta.
Tirilye en çok zeytin ve zeytinyağları ile tanınıyor. 1924 yılında ki mübadeleden önce genelde Rumların yaşadığı bir yerleşim yeriymiş. Eski evlerden ve kalan kiliselerden Rum izlerini görmek mümkün. Rumlardan kalan 3 manastır, 4 tanede kilise var. Birçoğu bakımsız ve harap durumda aralarında ev olarak kullanılanda var. Aya Stefanos Kilisesi (9.yy.) Osmanlılar zamanında camiye dönüştürülmüş. Şimdiki ismi ise Fatih Cami
Tirilye sokaklarını keşfe çıkarak bir gününüzü keyifli geçirebilirsiniz. Tarihi yapıların çok iç açıcı durumda olmasa da keşfe değer. Yürüyüşün sonunda tepede güzel bir manzaraya hakim Çamlı kahvede yorgunluk kahvelerinizi içebilir, manzaranın tadını çıkartabilirsiniz.
Tirilye de kalabileceğiniz 6-7 tane pansiyon ve 1 tanede otel var. İstanbul'a yakın olması sebebi ile özellikle hafta sonu gitmeden önce rezervasyon yaptırmakta fayda var. Biz gittiğimiz de Çınar Motel de kaldık 7-8 odalı eski bir Rum evinin pansiyona dönüştürülmüş haliydi aslında. Tirilye ye gittiğinizde yemeniz gereken ilk şey balık. Biz akşam yemeğimizi Çınar Motel'in restaurantından yedik, sabah Cavit Bey ile konuşarak karar verdiğimiz gibi bize harika bir levrek ızgara hazırladı. Hayatımda yediğim en güzel ızgara levrekti. Sevgili üstat Vedat Milor'un her defasından başarılı ızgara da balığın dışı çıtır çıtır içi sulu ama eti yumuşak olur kurumaz tavsiyesi aklıma gelerek yedim ve önüme getirilen bu ızgaranın bu tanıma tam anlamıyla uyduğuna karar verdim. Levrek ile birlikte kalamar, zeytinyağlı enginar, midye ve patlıcan tercih ettik. Balık kadar mezelerde son derece lezzetliydi. Bu kadar başarılı bir yemek ve servisten sonra ödediğimiz meblağ ise İstanbul fiyatlarının neredeyse üçte biri idi.
Zeytin ve zeytinyağı ünlü olan bu yerden alışveriş yapmadan dönmek istemezseniz; Köy meydanında her gün köylülerin kurduğu bir pazar var. Zeytin, zeytinyağı, mevsim meyveleri, zeytinyağlı sabunlar alabileceğiniz çok güzel tezgahlar var.
Hafta sonu için kısa bir tatil yapmak, şehirden uzaklaşmak ama çok yorulmadan bunu yapmak, bol yürüyüş yapmak ve şahane balık yemek için Tirilye çok uygun ve güzel.

Çınar Motel
Telefon : 0 224 563 20 33

Melek Pansiyon
Telefon : 0 224 563 26 67

Trilye Pansiyon
İrtibat : Pınar Balcı
Telefon : 0 224 563 22 15
Web : www.trilyepansiyon.com

Tarhan Butik Otel
Telefon : 0-224 563 26 66

23 Temmuz 2010 Cuma

KAZDAĞLARI


Hava İstanbul da o kadar sıcak ki oturduğum yerde buharlaşabileceğimi hissediyorum. Aklımdan geçen tek şey Kaz dağlarında olabilmek. Bir zeytin ağacının dibinde oturup rüzgara kapılıp gidebilmek. Ne güzeldir şimdi Kaz dağları hiç durmayana ama asla insanı rahatsız etmeyen rüzgar, zeytin ağaçlarının kokusu. Gece balkonda ve ya terasta yıldızlara bakarak uyumanın verdiği huzur. Üstelik şimdi en güzel otların ve meyvelerin zamanı. Pazar da kendinizden geçip rengi, kokusu hoşunuza giden her şeyi alıverirsiniz. Bu sıcaklarda en iyi tatil rotalarından biri en kısa zamanda ziyaret edip uzun uzun yazmak istediğim ilk yerlerden hatta.

ASSOS ATHENA FESTİVALİ

Hafta sonu yolu Assos'a düşenler ve ya orada olanlar için çok güzel konserler var. Konser mekanı büyüleyici Assos Athena Tapınağı Amfitiyatro. Yeni Türkü için belki geç kalmış olabilirsiniz ama Şirin Pancaroğlu ve İdil Biret için yer bulma şansınız var. Biletix dışında ki satış noktaları festivalin resmi web sitesi http://www.assosathenafestivali.com da mevcut. Gidebilenler için şimdiden iyi seyirler ve eğlenceler olsun.

23 Temmuz Yeni Türkü
24 Temmuz Şirin Pancaroğlu ve İdil Biret Konseri
Bilet satışları Biletix.com

22 Temmuz 2010 Perşembe

ASSOSDA BİR MASAL ŞATOSU: BERCESTE


19 Mayıs tatilimi geçirmek için kendime Assos ve yakınlarında kalacak bir otel ararken Küçük Oteller Kitabında buldum bu küçük oteli. Mevki olarak Assos dan yaklaşık 30 km sonra olan Bektaş köyünde. Köyde yaklaşık olarak 5-10 tane hane var. Otel konum olarak Türkiye'den Midilli adasına en yakın yerin tepesine inşa edilmiş. Mimari olarak bölgenin özüne sadık kalınarak volkanik taşlardan inşa edilmiş bir masal şatosu gibi. Manzara nefesinizi kesecek kadar muazzam. Manzarayı volkanik kayalar ve zeytinlikler süslüyor. En önemli özelliklerinden biri ev sahipleri. 2 kardeş tarafından işletilen otelde Çetin Bey otelin yönetimini ağabeyi ise otelin mutfağını teslim almış durumda. Yediğiniz her şeyin tadı damağınızda kalıyor. Odalar son derece sade ama rahat edilecek kadar konforlu. Büyük taht yataklar ve şömineler var. Ayrıca 2 odanın küçük balkonları var. Sabah gün doğumunun ve ya akşam gün batımının ve Midillinin tadını çıkarabilirsiniz.

Bektaş köyünde Osmanlı zamanında Fransızlarla yapılan imtiyaz anlaşması sonucu 1863 yılında yapılmış olan Sivrice Deniz Fenerini gezebilirsiniz. Ben gittiğimde Fener kütüphaneye çevrileceği için tadilattaydı. Fener bekçisinin kaldığı mekan kütüphaneye çevrildi. Yaklaşık 500 adet kitap var kütüphanede.

Otele 10 dakikalık yürüyüş mesafesinde ıssız çok güzel bir kumsal var. Köyün içerisinde gün içinde bir şeyler içerek serinlemek isterseniz ufak bir kahve de var.

Eğer kendi aracınız ile gelmediyseniz köyde yemek için alternatif yok maalesef ama otel de yaptığım kahvaltıların ve akşam yemeklerinin tadını unutamadım. İlk akşam yediğim taşta pişirilerek servis edilen orkinosun ve Ege zeytinyağı ile yapılan mezeler beni kendimden geçirmeye yetti. Sabahın geç saatlerinde yapılan kuş sütü eksik kahvaltıdan sonra akşam saatlerine kadar yemek aklınıza gelmiyor zaten. 3 gece boyunca akşam yemeklerinde balık yedik. Levrek buğulama da en az orkinos kadar lezzetli ve iyi pişirilmişti. Yemeklerde bölge şarap üreticilerinden olan Talay beyaz şaraplarından içtik, hem manzaranın etkisi, hem yemeklerin lezizliğinden sanırım şarabı çok beğendik. İçimi çok yumuşak ve hafif bir şaraptı. Ama bir gecemizi de rakı-balık ritüeline ayırdık. Üstelik Midilli'ye karşı içilen buz gibi rakı bugüne kadar içtiklerimin en unutulmazı ve lezzetlisi oldu.

Berceste Otelde geçirdiğim 4 gün masalları aratmadı benim için. Kendimi hep bir masal şatosunda yaşıyormuş gibi hissettim. Umarım hep böyle bakir ve sakin kalabilir. Her sene ziyaret edilerek bir ritüeli yerine getirme isteğim sürüyor.

MAZİDEKİ AŞK - NEV

Güne bu şarkıyı dinleyerek başladım bugün.
http://fizy.com/#s/1k1pa3
Sesi kadife gibi, dinlerken kendinizden geçebilirsiniz...

21 Temmuz 2010 Çarşamba

AYVALIK-CUNDA



Kuzey Ege'nin en güzel duraklarından biri Ayvalık ve Cunda. Sokakları, evleri, yemekleri,zeytinyağı ve denizi aklınızı başınızdan alabilir. Ben ilk defa geçen sene gidebildim acemiliğime denk geldiği için Sarımsaklıda küçük bir otelde kaldım ama tatilimin büyük bir bölümünü Cunda da geçirdim. Denize girmek ve tüm günü denizde geçirmek için Sarımsaklı çok uygun çünkü plajı çok güzel deniz çok temiz. Sarımsaklıdan Ayvalığa sürekli minibüsler kalkıyor gece 02:00'ye kadar ulaşım sorunu yok eğer arabsız gittiyseniz sıkıntı yaşamıyorsunuz. Ayvalık'dan Cunda'ya sürekli dolmuş taksiler var ya da deniz motorlarını da tercih edebilirsiniz.
Sarımsaklı da kalınabilecek birkaç tane yıldızlı otel ve birkaç pansiyon var. Ayvalık da otel ve pansiyon alternatifi çok daha fazla. Özellikle Annettes House, Kelebek Pansiyon,Günebakan Taliani Otel, Taksiyarhis Pansiyon ve Sızma Han Otel alternatifler arasında. Cunda bu sayı dahada fazla. Özellike son 3-4 yıldır Tercih edilen bir destinasyon olması ile birlikte otel, pansiyon sayısı oldukça arttı.
Ayvalığa gidince yapmadan dönülmemesi gerekenler var.
*Sarımsaklı'da mutlaka denize girilmeli.
*Ayvalık kalkışlı yat tekne turları var. 1 gününüzü buna ayırabilirsiniz. Ayvalık koylarını gezerek çok az yerde görebileceğiniz güzellikteki denizin tadını çıkartabilirsiniz. Ayrıca tüplü dalış ile ilgileniyorsanız dalış turları da ilginizi çekebilir. Tekne turları içindede her zevke hitap eden tekneler var kalabalık, eğlenceli ve ya daha sakin ve sessiz bir geziyi tercih edenler içinde özellikle Bambi Tur çok uygun arada bazen klasik müzik çalıyor hepsi bu. Özellikle Akvaryum koyunda mutlaka denize girmekte fayda var.
*Şeytan sofrasını gün batımında mutlaka ziyaret etmelisiniz. Ayvalık ve Sarımsaklıdan kalkan dolmuşlar ile ulaşabilirsiniz.
*Ayvalık sokaklarında mutlaka keşfe çıkmalı 19. YY'den kalma evleri ve eski sokakların ve arnavut kaldırımların tadını çıkarabilirsiniz.
*Ayvalık Çarşısı içerisindeki İmren Pastanesinde Lor Tatlısının tadına bakabilirsiniz.
Cunda'da yapılacaklar Ayvalık'da yapılacaklardan biraz daha fazla ve yemek alternatifleri daha çok. 2 tüm günümü Cunda'da geçirdim. ilk gün sırf Cunda sokaklarını ve özellikle Rumlardan kalan evleri kiliseleri gezdim. Aşıklar tepesi olarak da adlandırlan tepeye çıktım. Rahmi Koç müzesi tarafından restore edilen Agios Yannis Kilisesi bugünki ismi ile Sevim ve Necdet Kent Kitaplığını gezebilirsiniz. Cafesinde manzaranın tadını çıkararak bişeyler içebilir ve yorgunluk atabilirsiniz.
Cunda'da Kuzey Ege'nin en taze ve güzel otlarından yapılan zeytinyağlılarını, yemeklerini ve en taze balıklarının tadına bakabilir buz gibi rakı eşliğinde bu zevki uzun saatlere yayabilirsiniz. Özellikle sahil şerindinde çok Balık Restaurantları var ama tabiki biraz pahalı gelebilir. Özellikle eğer bütçeniz uygun ise Bay Nihat ve Nesos Restaurantı ziyaret edebilirsiniz. Ama çarşının arka tarafında kalan çok güzel balık lokantalarıda var. Ben gittiğimde Meze Balık Restaurantta yaptım Rakı ve Balık keyfimi. Cunda Balıkçısının hemen karşısında burası, çok geniş ve güzel bir bahçesi var. Keyifli bir sohbet eşliğinde rakının keyfini çıkarabilirsiniz. Meze restaurantta 5-6 çeşit soğuk ve sıcak meze eşliğinde harika bir Tekir kızartma yedik. Meze olarak Semizotu salatası, midye dolma, börülce ki bence Ege'nin en güzel otlarından ve mezelerinden biri, Kalamar çıtır çıtır ve çok tazeydi ve patlıcan ezme tercih ettik yanında da buz gibi Tekirdağ rakısı. Yemeklerin lezzeti, balığın tazeliği ve Cunda akşamlarının keyfinin yanında servis ve güleryüzlü hizmetleri şahaneydi. Yemeğin sonunda tatlı olarak bize meşhur vişneli lor tatlısı ikram ettiler ama o kadar çok yedimki tatlının ancak tadına bakabildim ki şahaneydi. Sırd tatlı yemek için bile gidilebilinir. Bu muazzem yemek ve güleyüzlü servis için 100 Tl hesap ödedik 2 kişi için. Bunu sahilde ki restaurantlarından birinde yapsakdık çok rahat 2 katı ödememiz gerekecekti.
Sokakları keşfederken çok güzel ve ufak bir şarapevi bulduk. Vino Şarapevi. Ufacık bir mekan Güler Pastanesinin sokağında bulunuyor, dışarıda 4-5 tane masaları ve harika şarapları var. Biz yerel bir kırmızı şarap tercih ettik çok güzeldi. Çalan müzikler, keyifli sohbet, lezzetli peynirler ve meyveler eşliğinde uzun zaman geçirdik burada. Son günümüzde ada yemeklerini tatmak için kendimize yer ararken tesadüf eseri Vino'dan kendimize şarap almak için uğradığımızda önerebilecekleri bir yer varmı diye sorduk, onlarda bize biz varız bekleriz dediler. Son günümüzde şahane ada yemekleri tattırdılar bize. Kabak pabucaki, girit köftesi, börülce, patlıcan çığırtmai ve kelle peyniri ile yapılan sigara böreği. Kabak pabucaki ve girit köftesini ilk defa yedim ve ikisinide kendimi kaybederek yedim. Börülce tazecik ve tadına doyulmazdı. Aslında Cunda'da yediğiniz herşey çok güzel ve taze. Cunda'ya yolunuz düşerse Vino Şarapevi mutlaka gidilmesi gereken mekanlardan biri. Ev sahibi Reyhan Hanım'ın bunda katkısı çok fazla şüphesiz. İçtiğiniz herşeyi isterseniz eviniz içinde satın alabilirsiniz. Şarapların yanı sıra çok güzel ıtır ve sakız likörleri de var.
Cunda'ya da gittiğinizde yapmadan dönmemeniz gereken ritüeller var.
*Taş Kahve de mutlaka ada çayı ve sakızlı türk kahvesi için
*Dedenin Yerinde Ayvalık Tostunun tadına bakın. Bana göre en güzelini burada yapıyorlar.
*Aşıklar tepesine çıkıp manzaranın tadını çıkarmadan.
*Sahildeki dondurmacılardan sakızlı dondurma yemeden.
*Rakı-balık keyfi yapmadan, özellikle ada da çok fazla yenilen Papalina'nın tadına bakmadan
*Taksiyarhis kilisesini gezmeden.
*Zeytinyağı almadan dönmeyin.
Hem Ayvalık da hem Cunda'da çok fazla sayıda zeytinyağı satan dükkan mevcut. Ben tercihi Vino'nun sahibi Reyhan Hanım'ında yönlendirmesi ile Cunda da bulunan Has Ada zeytinyağlarından yana kullandım ve çok memnun kaldım. Bittiğinde internet siteleri üzerinden sipariş veriyorum 3 gün içinde gönderiyorlar. Sızma natürel ve erken hasatları çok güzel.
Ayvalık ve Cunda ile yazılabilecekler belki kalıp olarak aynı ama oraya her gidişinizde ayrı tatlar ve zevkler almak mümkün. Midilli'ye karşı Adanın rüzgarının ve güzel kokusunun tadını çıkartmak gelecek senenin planını yapmak mümkün.

20 Temmuz 2010 Salı

Merhaba...


Uzun zamandır gördüklerimi, okuduklarımı, dinlediklerimi biriktiriyorum. Çok fazla seyahat edebildiğimi söyleyemem ama ne bulursam okuyorum araştırıyorum, merak ediyorum. Merak ettiğim, sevdiğim belkide keşfettiğim herşeyi paylaşabilmek için yazmak istedim. Ege özelliklede Kuzey Ege gibisi yok birde benim için. Biriktirdiklerime Kuzey Ege'den başlıyorum...